İsveç’te doktora nasıl yapılır? Bir “çıkmayan candan umut kesilmez” vakası

Güzide bloğumuzdaki ilk yazımı mevsimsel bir mevzuya ayırmıştım sayın okuyucular; Noel. Bu defa daha umumi bir konuya parmak basalım; kimi tutunamayanların son tutacağı, geç kapitalist sistemin giderek merkeze taşınan yarı-marjini üniversitelerde maaşlı entellenme işi= doktoracılık. Bu meslek hariçten bakıldığında aslında hiç de fena değil, özellikle de “küresel kuzey” refah ülkelerinde. Mesela memleketimize kıyasla biz İsveç’teki doktoracıların koşulları harbiden iç güveysiden hallice. Benzer mukayeseyi vahşi kapitalizme görece daha fazla müsamaha göstermiş Anglo-sakson diyarlarıyla da yapabiliriz. İyi yani Isveç’te doktoracılık ekseriyete nazaran. Ancak müspet ve menfi yönlerine geçmeden, evvela isterim ki konuyu yine şahsileştireyim ve blogculuğun en temel motivasyonlarından biri olarak öz-teşhirciliğe girişeyim. Ben nasıl doktoracı oldum? Nereden koştum, nasıl buralara geldim?
34047779_10155342527547301_7264500425959669760_n

Doktoracılığın temel felsefesi: “Fake it till you make it”. Yine beleşe gittiğim bir konferanstan.

Bir uzatmalı sevda

Esasen ben tutunamayanların tutunamayanı idim, halen de biraz öyleyim. Üniversite öğrenciliğine taaa 1993 yılında, develer tellal iken Boğaziçi Üniversitesi’nde fizik bölümüyle bismillah dedim. Fen tahsiline pir hevesle iptida edecekken, lügate karşı yeteneksizliğim ve memleketin orta eğitim kurumlarının rezil Frenkçe eğitimi şahsımı, bir sefer daha, İngilizce hazırlığa mahkum etti. Hazırlık okumaya pek hazırlıksız yakalanmam münasebetiyle olacak, işi ivedilikle cıvıttım. Yatılı fen lisesi yıllarımdan aşina istifleme yurt koşullarında serpildim, çiçek açtım; sabahlara kadar king, batak, ihale oynadım, geyiğin dibine vurdum, muhabbetin kralını çevirdim. Yetmezmiş gibi eski Kemancı’nın kurumuş bira kokusuna tav oldum. O da olmadı en nihayetinde de tiyatroya heves ettim. Yavan bir şairane ifadeyle, “Okuma hevesim yerini yaşama hevesine bıraktı”. Lakin yaşamak zor zanaat; hazırlık sınavını bir buçuk senede ite kaka geçtiğimde fenni bilimler benim için artık hoş bir anıydı. Eşzamanlı olarak tiyatro işi de ciddiye bindi ve “Gardaş, fizik nire tiyatro nire” diye diye 1995’te tekrar ÖYS’ye girdim (o zamanki adıyla). Hop, yine Boğaziçi, ama bu sefer o dönemin popüler bölümü sosyoloji. Zati bu hayatta bir tek yazılı sınavlarda ve testlerde başarılı oldum, sözlülerden zor geçtim, uygulamalardan ise çaktım. Neyse efendim. Velakin, sosyoloji derslerinden bir kaçına girince anladım ki eldeki İngilizce’ylen o diploma hayal. Hafif de politize olunca, sol yumruğumu sıkarak “Kim takar lan sistem diplomasını!” diye hırsla mırıldandım. Sonuç? İkinci milenyuma girdiğimizde, yani 5 buçuk senede topu topu 1 senelik ders verebilmişim. O zaman, ver elini yine eski dost ÖYS, ama bu sefer İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği. Tam nizami hız çıtır çıtır bitiriyordum ki bölümü, hayda… 3. senede nerden geldiği belli olmayan bir varoluşsal hayat krizi ortalığı kırdı geçirdi. Toz duman dağıldığında, geride ne tiyatro kalmıştı sayın okuyucular, ne de tiyatro eğitimi.

Kaderin bir cilvesi Britanya’ya savruldum bir dil kursuna kayıt yaptırıp. Ara ara gittiğim intermediate İngilizce kursuna ilaveten, Londra’nın restoranlarında ve cafelerinde emekçilik ettim, onlarca ülkeden göçmen proletarya ile bir oldum. Yıllar ve yollardan sonra bir işin ucundan tutmuştum sanki. “Acaba bu hayata komilik yapmak için gelmiş olabilir miyim?” diye hayıflanırken, 28 Şubat mağdurlarına çıkarılan üniversite affından yüzsüzce faydalanmak üzere tekrardan Konstantiniyye’ye döndüm. 5 buçuk senede 1 senelik dersini geçebildiğim sosyoloji eğitiminin geri kalan üç senesini, bir buçuk senelik hakkımda şıııp diye bitirdim. Hatta inanmazsınız, hızlı çekim dersleri geçerken, bir yandan çevirmenlik yaptım, yabancı değişim öğrencilerine fahiş fiyata oda kiraladım, bir yandan da vur patlasın çal oynasın Galata gecelerinde meşk ettim, gönül eğlendirdim. Neymiş? Boğaziçi diplomasına komi ingilizcesi çokmuş bile. Yıllardan 2007, üniversite babından zuhur edeli 14 yıl olmuş, elde var iyi kötü bir diploma, asker kaçaklığı, 9 yıllık paraya çevrilmez politik tiyatro pratiği, az buçuk garsonluk, resepsiyonculuk, barmenlik, çevirmenlik ve özel ders verme tecrübesi; bir yığın tutunamamayışlık. İşbu halde iken, 14 yılda bir lisans alabilmeme bakmadan, yüzüm kızarmadan, biraz da askerlik korkusundan yurt dışında master yapmaya niyet ettim. Ne demişler? Çıkmayan candan umut kesilmez ve acı patlıcan da kırağı çalmayabilir.

İsveç’in yollarına…

O vakitler AB dışından öğrencilerden harç ücreti söğüşlemeyen (şimdilerde yıllık 120bin SEK civarı) İsveç’in bir boşluğuna geldi, halen devam etmekte olan ikinci yurt dışı maceram da o vesileyle başlamış oldu. Hazreti Thor’un da izniyle, İsveç’in güzide üniversitesi Lund’da (dünyada ilk 100’de!), etnoloji bölümünde uygulamalı kültürel analiz programına başladım. İnsan bazen gerçekten hayret ediyor. Bir yandan Lund’da dirsek çürütürken, diğer yandan da kamu iktisadi işletmesi kumarhanede haftada 3 gece kurpiyerlik ederek, belimi, bileğimi ve vicdanimi çürüttüm. Master tezine kadar da tıkır tıkır, gayet muzaffer geldim. Dile kabiliyeti olmayan ben, İsveççe’yi dahi söktüm. Velakin, iş tez yazmaya gelince takatim kesildi, kronik tutunamayışlığım nüksetti. Master tezini iki sene salladım, bu esnada da garibanın üç beş kuruşunu Ali Cengiz işi iç etme zanaatı kurpiyerlikte uzmanlaştım. Poker, rulet, black-jack hepsinde yılan gibiyim, terfi bile aldım üstüne. “Acaba bu hayata kumarhanecilik yapmaya gelmiş olabilir miyim?” diye hayıflanırken, son bir gayret tez bitti. Akabinde de doktoracılık pozisyonu aramaya başladım. Ya tutarsa? Tuttu! 14 yılda lisans, 4 yılda master derecesi alabilmiş kulunuza doktoracılık işini uygun gördüler, hem de maaşlı. Hızır Aleyhisselam’ın mucizelerinden biri.
10837996_319410698254586_3990410005589439316_o

Bölümdeki bir kısım doktoracılar ve ben. Henüz hepimiz mutluyuz.

Doktoracılık bir haşin meslek

Efendim, yazıyı daha da fazla kişiselleştirmeden, doktoracılık mesleğine geri dönelim isterim. İşin adı doktoracılık. Latince doktor “docore”dan geliyor; öğretmek anlamında. Yani doktor dediğimiz aslında muallim. Doktor kelimesinin diğer bir meali de öğrenmiş insan, ehil, alim. Mevzubahis mühim ehliyeti alabilmenin farklı bağlamlarda farklı bedelleri var elbette. Misal, Türkiye’de doktoracılık maaşsız. Yanısıra araştırma görevlisicilik yapabilirsiniz iki yakanızı denkleştirmek için. Diğer bir ifadeyle, akademik hamallık (kağıt okuma, sınav bekçiliği yapma, laboratuvar derslerine girme, bilmem ne…), ve/veyahut akademik uşaklık (hocanızın ıvır zıvır işlerine koşma) asli mesleklerini ifa eder iken, kalan vaktinizde de, hobi olarak, tezinizi yazmaya çalışabilirsiniz. Veyahut yaşınızdan utanmadan ana-evine sığınıp, masraflarınızı minimize edebilirsiniz doktoracılık süresinde. Tabii aileden enseniz kalın ise sorun yok, geniş geniş takılın. Eğitime ulaşım hep sınıfsal (ekonomik) imkanlarla doğrudan ilişkili oldu biliyorsunuz sayın okurlar -hatta geçmişte daha da ziyadesiyle; hoş değil elbette.

Vaziyet-i ahval bir çok ülkede de Türkiye’ye benzer. Asr-i zaman ilim dünyasının merkezi Anglo-sakson ülkelerde dahi durum aşağı yukarı böyle. Şanslıysanız burs alıyorsunuz, aksi takdirde doktoracılık yaparken üstüne de para bayılıyorsunuz. Ki burslar da genelde tüm doktoracılık zarfını kapsamıyor bile. Bilhassa “küresel güney”den doktoracılık yapmaya “küresel küzey”e gidenler mühim meblağlar sökülüyorlar. Mesela saman saçlı yaşlı tekenin muktedir olduğu ülkede vasati doktora bitirme süresi 10 yıl. Bu gecikmenin başlıca sebebi doktoracılık süresince başka işlerde çalışmak zorunda kalınması (part-time seks işçiliği gibi kimi acıklı prekariat hikayeler için alın size tokat gibi bir link). Peki üniversitelerin bu durumdan ne çıkarı var? Evvela, doktora öğrencileri ucuz eğitim iş gücü. Ayrıca, “küresel kuzey” ülkelerinde, üniversiteler mezun ettikleri doktoracı başına devletten maddi destek hortumluyorlar. İlaveten, mevcut ve mezun olmuş doktoracı sayısı üniversitelerin reytinglerini yükseltiyor bilumum sıralamalarda. Bu takdirde, bir küresel doktoracı enflasyonundan bahsetmek yanlış olmaz sayın okurlar; halihazırdaki akademik pozisyondan çok daha fazla doktoracı var (İsveç örneği için, okuyunuz). Mesela bizim sosyal bilimler fakültesinden doktorasını alanların %46’sı üniversite dışında iş bulmak durumunda kalıyor. Akademik dünyanın içinde kalmak isteyenler ahmaklar ise sabit bir pozisyon bulana kadar, en azından 5-6 sene, bir yıl orda, altı ay burda, sekiz ay işsiz minvalinde yuvarlanıyor (doktor ehliyetini aldıktan tam on yıl sonra sağlam bir pozisyon kapabilmiş “başarılı” bir kardeşimizin tavsiyeleri için, buyrunuz). Elbette bu akademisyenliğin heveslisi de çok kabul etmek gerekir ki. Herkes benim gibi bir baltaya sap olamadığı için, ya da askerlikten yırtmak için akademisyenliğe kasmıyor. Üniversitede hoca olmanın hem sosyal statüsü yüksek, hem de ruhani tatmini. Cilası, vasatın üstünde de maaşı iç ediyorsunuz.

İsveç’te doktora, Şam’da baklava

Peki doktoracılık İsveç’te nasıl? Her ne kadar üniversiteler, yüksek okullar ve hatta fakülteler arasında dahi farklılıklar bulunsa da, genel tablo şu: İsveç’te doktoracılık sadece eğitim değil, aynı zamanda iş. Dolayısıyla doktoracılar da memur statüsüne sahip. Üniversite çalışanlarının tüm haklarından -sağlık, ebeveyn izni, vesaire- yararlanıyorlar, yararlanıyoruz (İngiltere’den zıt bir hazin vaka için, tıklayınız). İki yıl evvel yapılan değişiklik neticesinde de, yabancı doktoracılar dört senenin sonunda süresiz oturuma başvurabiliyor (ha, giderek aşırı sağa kayan ülkede bu hak ansızın geri alınabilir, o da size dert olsun). Nasıl başlıyor bu kutlu süreç? Önce doktoracılık pozisyonu ilan ediliyor üniversitelerin internet sitelerinde. Heveslileri de master tezleri, araştırma teklifleri, motivasyon mektupları, CV’ler ile müracaat ediyor. Önce araştırma teklifleri ve CV’ler üzerinden elekten geçiriliyor adaylar, sonrasında da master tezlerinin kalitesi ve alakası belirleyici oluyor. Kalan son 3-5 zat mülakata çağrılıyor ve şanslı aday pozisyona konuyor. Ne demek bu pozisyon? Dört yıl boyunca sırf tezinizi yazmak üzere ay başına ortalama 22000 SEK (vergi kesintisi sonrası) cillop gibi maaş. Bazı üniversitelerde mecburi, bazılarında tercihli olarak zamanınızın %20’sinde ders verebiliyor veya idari işlere burnunuzu sokabiliyorsunuz. O durumda pozisyonunuz 5 yıla çıkıyor. Yetmedi! İlaveten size bir ofis tahsis ediliyor, bilgisayar veriliyor, danışman hoca desteği sağlanıyor, konferanslara falan gitmek için de ekstra maddi destek sunuluyor. Üstelik yılda en az 5 hafta tatiliniz var! Gerçi ofise gitmek mecburiyeti olmadığı için, araştırmanızı yaptığınız, tezinizi yazdığınız sürece kafanıza göre takılmak serbest. Şahsen ben en fazla haftada iki gün işe gidiyorum.
33902744_10155342539647301_5122901750738583552_n

Çalışma koşullarım zorlayıcı… Göteborg’da, yazma inzivasında.

Öte yandan, tüm bu verili imkanlara rağmen şikayet edenler de az buz değil. Biz insançocukları çiğ süt emmişiz ve ancak ağladıkça beslenmişiz; gözümüz doymuyor. Fakültenin doktora öğrencileri konseyi başganıyım, oradan biliyorum kardeşlerim. Bir çok doktoracı kendisini bölümünün organik uzvu olarak hissetmiyor, dışlandığını düşünüyor, danışmanları tarafından kullanıldığından kıllanıyor. Ve dahası, doktor teskeresi alabilme sürecinde mühim bir azınlık stresten kafayı kırıyor. Doktoracılığın ehliyet kazanmadan ziyade, bir şahsiyet imtihanına döndüğünü iddia edenler de az değil (mesela). Bizim üniversitede yapılan bir araştırmaya göre, eğer kadın iseniz, bir araştırma grubunun parçası değilseniz veyahut gurbetçi iseniz, stres kaynaklı tırlatıp, rapor almanız yüksek ihtimal (Holmström, 2018). Özellikle yalnızlık ve izolasyon sık tecrübe edilen sorunlar. Misal, bizim üniversitede kadın doktoracılarının yüzde 20’si doktoracılık yaparken iş koşullarının yarattığı stres sebebiyle devreleri yakıyor. Yine bizim üniversitenin iş sağlığı uzman psikoloğuna bakılırsa bir de sadece biz göçmen doktoracılarda görünen bir komplikasyon var ki, o da suçluluk duygusu. “Ulan, bi kamyon para veriyorlar, bense utanmadan malak gibi sabah akşam yayıyorum”, “Allah belamı versin bir gün tüm bölüm toplanıp kapıma dayanacak ‘ver ulan geri o iç ettiğin paraları tembel yavşak’ diye” minvalinde huzursuz sayıklamalar halinde kendini ifade edebiliyor. Peki bu semptomlara pişkin İsveçlilerde neden rastlanmıyor sevgili okurlar? Zira onlar bizim gibi kategorik ezik değiller; maaşlarını ve hatta çok çok daha fazlasını daha analarının karnında iken hakkettiklerine inanıyorlar.
Hadi diyelim İsveç’e bir şekil kapağı attınız ve kafayı yemeden doktor ehliyetini aldınız. İşiniz bitmedi. Taze çıkan bir araştırmaya göre, gurbetçilerin İsveç akademisinde iş bulması da meşakkatli (Behtoui & Leivestad, 2018). Mevcut işler de genelde yeni bölümlerde, itibarı düşük taşra üniversitelerinde ve daha az prestijli (mesela göç gibi) bahislerde yoğunlaşıyor. Haydi diyelim kıytırık bir akademik iş buldunuz, işyerinde yükselme şansınız da sizinle aynı liyakate sahip mavi gözlü İsveçlilere göre daha kısıtlı. Yani neymiş? Yeryüzünde cennet yok; durmak yok tutunamamaya devam!

Bu güzel yazımızı bitirmeden bir derde de derman olalım, ihtimal iki hayır duası alırız diye umut ediyorum. İsveç’te doktoracılık pozisyonlarını nasıl buluyoruz sevgili arkadaşlar? Ne elimdir ki, tüm doktora pozisyonlarının duyurulduğu merkezi bir sistem, internet sitesi falan yok. Yine de kimi adreslerde arama yapmak mümkün, mesela orada ve burada, AB çapında da şurada. İşi sağlama almak niyetindeyseniz, her üniversitenin açık pozisyonları ilan ettiği sayfalara üşenmeden ayda bir kere falan bakmanızı tavsiye ederim, ki ben öyle yaptım. İsveç’teki tüm yüksek öğrenim kurumlarının listesi sadece bir tık ötenizde. Allahtan üşenmedim, İsveç’teki en seçkin üniversitelerin iş ilanlarını yayınladıkları sayfaları da aşağıya iliştirdim. Bu kıyağım da lütfen sevap defterime kaydedilsin!

Referanslar

Behtoui, A., & Leivestad, H. H. (2018). The “stranger” among Swedish “homo academicus”. Higher Education, 1-16.
Holmström, O. (2018). Ensamarbetande doktoranders perspektiv på forskarutbildning och doktorandtillvaro: Ämnesmässig ensamhet, den informella socialisationens kraft och erkännandets betydelse. Högre utbildning, 8(1), 14-29.

 

İsveç’te doktora nasıl yapılır? Bir “çıkmayan candan umut kesilmez” vakası” üzerine 11 yorum

      1. burcu adlı kullanıcının avatarı

        hocam doktorada tez aşamasında olan bir öğrenciyim. İsveç te üniversitede çalışmak için ne gibi şartlar gerekiyor. Teşekkür ediyorum şimdiden

        Beğen

      2. Aslansson adlı kullanıcının avatarı

        Doktora sonrasinda acilan pozisyonlara basvuracaksin, ki bunlar ziyadesiyle post-doc veya adjunct oluyor. Olaki alanininda birisi var birlikte calismak istedigin, bi mail atip yoklayin bakalim. Bazen arastirma projesi icine dahil edlebiliyorsun, ama bu kiyagi tanimadiklari birisine genelde yapmazlar, kolay gelsin.

        Beğen

  1. Bekir Asım adlı kullanıcının avatarı

    İyi akşamlar hocam. Öncelikle bilgilendirici yazınız için çok teşekkürler. Zira konu ile alakalı her yerde bilgi bulmak zor. Ben yönetim bilişim sistemleri alanında yüksek lisans öğrencisiyim. Tez dönemindeyim ve yaklaşık 8 ay sürem var. Bu süreyi bir yandan da doktora programlarını araştırarak geçirmeye başladım. Doktoramı yurt dışında yapmayı planlıyorum. GPA 3.89 ve bir adet yayınım var. İsveç’teki birkaç üniversitede çalışma alanıma yakın PhD programları buldum. Fakat bu hocalarla henüz iletişime geçmedim. Evliyim ve bir kızım var. Eğer doktora için kabul alırsam, araştırma için ödenen ücret orada ortalama bir yaşam için yeterli oluyor mu? Sonrasında ailemi de götürmek istediğimde bu ekonomik anlamda bir yıkım olur mu benim için? Şimdiden teşekkürler hocam. Varsa tavsiyelerinizi de dinlemek isterim mutlaka. İyi akşamlar iyi çalışmalar.

    Beğen

    1. Aslansson adlı kullanıcının avatarı

      Yeterli oluyor ve yıkım olmaz Bekir hocam. Açılan pozisyonlara başvuru yapman lazım, akademisyenlerle direk kontağa geçmek genelde bir işe yaramıyor, ama zarar da gelmez. Tezinin ingilizce olması önemli, onun dışında da research proposalın mühim (not ortalamasına genelde pek itibar etmiyorlar), ama senin alanında biraz daha farklı olabilir tabi. Kolay gelsin.

      Beğen

      1. Bekir Asım adlı kullanıcının avatarı

        Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler hocam. Önerilerinizi mutlaka dikkate alacağım. Çok teşekkür ederim tekrardan. İyi çalışmalar, iyi günler.
        Saygılarımla,
        Bekir Asım

        Beğen

Ferat için bir cevap yazın Cevabı iptal et