Boğaziçi Benim?!?

Gurbetten ahkam kesebilme özgürlüğü belli sorumluluklar da getiriyormuş beraberinde meğerse sayın okuyucularım. Bundan ötürüdür ki, uzun zaman ara verdiğim, kimsenin de merak etmediği yazılarıma çok daha az ‘geyik’ bir içerikle devam ediyorum an itibariyle.

Malumunuz, eski ‘müstemleke’ üniversitem olayların merkezine düştü, gündemlerin protagonisti oldu. Rezil yurtlarında (öyle ki her bir yurdunda kaldım, Hisar, 1. Erkek, 2. Erkek, 3. Erkek , 4. Erkek -son ikisini gençler bilmez), yollarında, kampüslerinde ve sahnelerinde yıllarımı geçirdiğim Bosphorous University’e (biz böyle tanıdık kendisini) arsızca çöküldü. Sanki çok normal bi şeymiş gibi (ki aslında öyleleşmiş oralarda, ben olaya biraz İsveçli kalmışım), dışardan, ne idüğü belirsiz bir kifayetsizin üniversitenin tepesine fırlatılması sonrasında, benim memleketle kurduğum mesafeli ilişki bir anda metamorfoza uğradı. Başkifayetsizin bir boşkifayetsizi hem de BENİM üniversiteme muhtar etmesine “sen kimsin yaa?” minvalinde gayet standart bir Boğaziçili tepkisi verdim. Akademi dünyasında da bir zamandır yanaşma olarak takıldığım için, mevzuya mesleki bir açıdan yaklaşmanın faydalı olacağına karar vermiş olmalıyım ki, atamanın/fırlatmanın hemen akabinde mevzubahis vasat zatın pek alçak seviyedeki ‘yüksek’ lisans tezine giriştim:

Viral tweet zincirim. Halen gururla profile pinlenmiş vaziyettedir.

Giriş o giriş. O zamana kadar 100 kadar akademisyenle al gülüm ver gülüm takıldığım, sunumlar, makaleler likeladığım Twitter hesapçığıma notificationlar, followerlar, mentionlar yağmaya başladı. Blue’nun lise dönem ödevi baştan sonra araktı, bana gurbet elde rahat bundan sonra yasaktı. Belkim fazlaca konforlu takılmanın da verdiği suçluluk duygusuyla, belkim geç gelen (günlük) Twitter şöhretinin cazibesinden, belkim de yıllarımı çalan (dile kolay 93 giriş, 07 çıkış) üniversitemle yarım kalan hesabımı kapatma arzusunun kabarmasıyla, sıklaşan saflarda şahsıma da iki omuzluk yer açtım. Ondan sonra gelsin online eylemler, kaldırım kenarı protestoları, gitsin toplantılar, tartışmalar, yeni yüzler, yeni sesler, mezun buluşmaları, mezun oluşmaları. Aşağıda bahsedilen gelişmelerin kimi görsel delillerini bulabilirsiniz sayın seçkin kitlem, I am not kidding:

Malmö’nün özenti kanalları önünde ve İsveçlilerin şaşkın bakışları arasında Berke ve Perit için poz verirken.
Lund Üniversitesi ana kütüphane önü. Gelen geçen İsveçli gene boş boş bakıyor. Ortada duran, bordo bereli yüzü görünmeyen gizemli eylemci benim. Vallahi korkudan değil, bere düştü yüzüme, ellerim doluydu.
Yine Malmö. Manalı bir heykelin başucunda. Maske bir kısmını örtse de, yüzüm seçiliyor; korku yok!
Malmö’deki mahallemin meydanı. Siyasi içerikli pankart, bere ondan mı kafada?
Yine Malmö, evin sokağı. Tembel bir direnişçi olduğumu söyleyenler kayyumdur. İyi de neden sırıtıyoruz?
Bizzat kayyumluğun önü. Offline varlıklarından o ana kadar hiç emin olamadığım mezun direnişdaşlarımla hatırat.
1000 yıllık Lund katedralinin önünde bir yıllık direniş. Deri ceket yakışmış…
Direnişin ilk aylarında organize ettiğim online eylemlerden biri. Evinizin konforunda direnme keyfi. #AşkBOUNeğmez.
Diksiyonuma bakmadan güney meydanda bildiri bile okumuşluğum var.
Utanmadan video dahi çektim.

Twitter virallığından yurtdışı mezun örgütlemesine, bildiriler kaleme almaya, videolar editlemeden görseller yapmaya, paneller, oylamalar düzenlemeye, direnişe, bilenişe, didinişe, dayanışmaya… 2021 neydi? 2021 izolasyon, can sıkıntısı, boş sokaklar, insansız dans pistleri, vaktinden önce ölen milyonlardı, ama aynı zamanda emekti, sevgiydi, Boğaziçi direnişi, dayanışması ve hatta Dr titriydi (evet, at last! Umarım bu gerçek vaka-i hayriyeyi de bir gün yazacağım). İnanılmaz, garip, öngörülemez, ama gerçek. Bir yandan yeni pandemi kısıtlamaları eşliğinde post-doc başvuruları yapar, makaleler submit ederken, bir yandan da Müdahil Mezunlar, Boğaziçi Üniversitesi Yurtdışı Topluluğu (BOYUT) gibi mezun oluşumlarında halihazırda aktifim. Hatta direnişin kaypak üvey dayısı BÜMED’e dahi üye oldum bu hengamede. Sosyal hayat olmayınca hepsi mümkün. Bu vesileyle, devrimler tarihini bu deneyimler üzerinden tekrar yazma arsızlığımın şekillenmekte olduğu da bilinsin isterim. Devrimler ezilenlerin ‘gayri yeter’ demesinin neticesi olduğu kadar, orta sınıfın can sıkıntısının da ürünüdür: hadi bakalım buyrun duyguların sosyolojisine.

İşbu metne son verirken, bundan sonraki blog yazılamalarımın ekseriyetle Boğaziçi husumeti konulu olacağı tahminimi paylaşıyorum -en azından bir süre için böyle olacak gibi. Ve hatta bir sonraki yazım da neredeyse hazır, son dakka bir fikir değişikliği olmaz ise, üç vakitte kendisiyle başbaşa boşluğa bakabilirsiniz.

Ve elbette unutmadan: #OrakÇekiçVibratörTitresinHerDiktatör!

Boğaziçi Benim?!?” üzerine bir yorum

  1. Kerem adlı kullanıcının avatarı

    Dayanışmanın ve direnişimizin bir şiirselliği ve güzelliği var. Teslim olmayı kabul etmediğimiz bir 2021 oldu. Direniş bitmez

    Beğen

Kerem için bir cevap yazın Cevabı iptal et